"Anadolu'dan Armağan bu topraklara gönül vermiş
iki kafadarın hikayesidir."
İki kişiyiz biz. Pek öyle “plaza hayatından sıkılıp kırsala sirayet etmiş entel tayfasından” sayılmayız. İkimiz de zamanında kendi işlerimizi kurduk, kendi alanlarımızda önemli mevkilerde çalıştık, birçok başarıda payımız vardır. Apartmana girince birilerinin salata yapmakta olduğunun anlaşıldığı, kabak çekirdeğinin ucuz diye misafire ikram edilecek karışık kuruyemişin içine katılmadığı, sırf misafir gelince seyredilecek diye salonda 72 ekran renkli televizyon dururken uzatmalı antenli siyah-beyaz televizyonlarda Pazar Konseri'nin seyredildiği zamanlara, şehirlerarası telefon konuşmalarını 'bağlayan' santral memurelerinin vakur seslerine falan ucundan yetiştik.
Malûmunuz; çok kısa süre içerisinde herşey çok fazla değşti. Bizim “doğru” bildiğimiz ne varsa “enayilik”, “anarşiklik”, hatta “faşistlik” oluverdi. Eskiden herşeyi böyle yazardık mesela; şimdi ayrı yazıyoruz.
Uzun lâfın kısası; uyum sağlamakta zorlanıyoruz.
Bu sabun olayını duyunca tabir-i caizse “balıklama” atladık. Belki de etrafımızı saran bunca “pislik'ten” kurtulmak için mantıklı fırsat gibi geldi, ondan çok heveslendik.
Zeytin gerçekten bize bu toprakların bahşettiği bir armağan. Meyvesini toplar yersin ayrı, suyunu sıkar yemek yaparsın ayrı, cildine sürersin ayrı faydası var. Çekirdeklerinden yastık, tespih yaparsın rahatlarsın. Budadığın dallarını yakarsın ısınırsın. Küspesini toprağa gömersin gübre olur. O toprakta buğday yetişir ekmek olur, yem olur. O yemi ineğin yer, gübrelediği yerden filiz verir, zeytin yine sana döner.
İstiyoruz ki biz de kendimize geri dönelim, Anadolu'dan aldığımız armağana 'temiz temiz' karşılık verelim, tabağı boş göndermeyelim.
Vesselam, diyoruz ki;
Zeytin gibi kimsede olmayıp da bizde olan daha nice armağanlarımız var. Biz bunları elimizden geldiğince eski usûl işleyelim, eskiden kullandığımız gibi kullanalım, ekmeğimizi eskiden kazandığımız gibi kazanalım, paylaşalım;
Kimsenin hakkı birbirine geçmesin,
renkli televizyonlarda eğlence programları hiç bitmesin...
Ceren
Ceren'in "duyar duymaz atladık" demesine bakmayın siz; onun da artık eskide kalmış değerlerle çok derin bir ilgisi var. Bizler tevazuun ve alçakgönüllülüğün; bilsen de karşıdakini dinlemenin erdem, hatta susmanın “altın” olduğunun doğruluğuna inanan eski insanlardan olduğumuz için, artık neredeyse her insanın birer pazarlama objesi olduğu ve kendini olduğundan fazla göstermenin moda sayıldığı bir dönemde yaşamak zorunda kaldığımız için, kendisi yine tevazuu göstermiş...
Yıllardır el emeği ve alın teri ile; “aza kanaat etmeden çoğun bulunamayacağına” olan inancımıza rağmen, bizler ihtiyacımız olmadığı halde, evlerimize bir dolu gereksiz eşyayı doldurabilelim diye kurulmuş şehirlerde, yüksek yüksek binalarda, yüksek yüksek mevkiilerde, yüksek yüksek gelirler kazanma gailesine düştüğümüz için başımızı bir türlü işten kaldıramadığımızdan, anca gerçek heves ve isteklerimizin peşine düşmeye ve daha sade ama bir o kadar da kendimize ait bir meşgale ile hayatımızı sürdürmeye karara verdiğimizde, yılların sabun ustası, geleneksel el yapımı sabununu ve bu mesleği ayakta tutmaya çalışan bir ustanın atölyesinde soluğu aldık.
Yıllardır çalışıp didinip elde ettiğimiz tüm eğitim ve iş deneyimini bir yana bırakıp; hevesli ve heyecanlı ama iş yapmaya susamış ergenler gibi, seneler sonra bu defa, gerçek bir ustanın atölyesinde “çıraklık” etmeye başladık. Aylar süren bu çabalar sonunda; resmi bir “meslek edindirme kursunda da”, becerilerimizi tasdik ettirip, diplomamızı aldıktan sonra, yeni mesleğimizi uzun ve yorucu çabalar sonucu bileğimize taktık.
Herşeyin sanalının; yapayının, sentetiğinin, “gibiymiş gibisinin” dayatıldığı bu yapay dünyada, sabunu sabun gibi, beşbin yıldır nasıl doğal malzemeler kullanılarak ürettiyse -emeği ve çabası ile o öykündüğümüz, özendiğimiz “kırsaldaki” doğal insanoğlu-; biz de bizim gibi düşünen, ortak hayalleri olan, modern insan ile, el emeği, göz nuru ve içine alın terimizi ve sevgimizi kattığımız bu doğal sabunları sonunda sizlere sunabilme bahtiyarlığına ulaştık.
Sağlıklı ve doğal zeytinyağı, su ve baz ile hiçbir katkı maddesi kullanmadan üretmesi bizden, gönül rahatlığı ile, sağlık ile kullanması sizden olsun efendim. Hikayemizi ve derdimizi anlatırken bir sürçh-i lisan ettiysek affola...
Anıl
MARKAMIZ
"Anadolu'dan Armağan
bu topraklara gönül vermiş
iki kafadarın hayalidir."
İki kişiyiz biz, Anıl ve Ceren. Pek öyle “plaza hayatından sıkılıp kırsala sirayet etmiş entel tayfasından” sayılmayız. İkimiz de zamanında kendi işlerimizi kurduk, kendi alanlarımızda önemli mevkilerde çalıştık, birçok başarıda payımız vardır. Apartmana girince birilerinin salata yapmakta olduğunun anlaşıldığı, kabak çekirdeğinin ucuz diye misafire ikram edilecek karışık kuruyemişin içine katılmadığı, sırf misafir gelince seyredilecek diye salonda 72 ekran renkli televizyon dururken uzatmalı antenli siyah-beyaz televizyonlarda Pazar Konseri'nin seyredildiği zamanlara, şehirlerarası telefon konuşmalarını 'bağlayan' santral memurelerinin vakur seslerine falan ucundan yetiştik.
Malûmunuz; çok kısa süre içerisinde herşey çok fazla değşti. Bizim “doğru” bildiğimiz ne varsa “enayilik”, “anarşiklik”, hatta “faşistlik” oluverdi. Eskiden herşeyi böyle yazardık mesela; şimdi ayrı yazıyoruz.
Uzun lâfın kısası; uyum sağlamakta zorlanıyoruz.
Bu sabun olayını duyunca tabir-i caizse “balıklama” atladık. Belki de etrafımızı saran bunca “pislik'ten” kurtulmak için mantıklı fırsat gibi geldi, ondan çok heveslendik.
Zeytin gerçekten bize bu toprakların bahşettiği bir armağan. Meyvesini toplar yersin ayrı, suyunu sıkar yemek yaparsın ayrı, cildine sürersin ayrı faydası var. Çekirdeklerinden yastık, tespih yaparsın rahatlarsın. Budadığın dallarını yakarsın ısınırsın. Küspesini toprağa gömersin gübre olur. O toprakta buğday yetişir ekmek olur, yem olur. O yemi ineğin yer, gübrelediği yerden filiz verir, zeytin yine sana döner.
İstiyoruz ki biz de kendimize geri dönelim, Anadolu'dan aldığımız armağana 'temiz temiz' karşılık verelim, tabağı boş göndermeyelim.
Vesselam, diyoruz ki;
Zeytin gibi kimsede olmayıp da bizde olan daha nice armağanlarımız var. Biz bunları elimizden geldiğince eski usûl işleyelim, eskiden kullandığımız gibi kullanalım, ekmeğimizi eskiden kazandığımız gibi kazanalım, paylaşalım;
Kimsenin hakkı birbirine geçmesin,
renkli televizyonlarda eğlence programları hiç bitmesin...
Ceren'in "duyar duymaz atladık" demesine bakmayın siz; onun da artık eskide kalmış değerlerle çok derin bir ilgisi var. Bizler tevazuun ve alçakgönüllülüğün; bilsen de karşıdakini dinlemenin erdem, hatta susmanın “altın” olduğunun doğruluğuna inanan eski insanlardan olduğumuz için, artık neredeyse her insanın birer pazarlama objesi olduğu ve kendini olduğundan fazla göstermenin moda sayıldığı bir dönemde yaşamak zorunda kaldığımız için, kendisi yine tevazuu göstermiş...
Yıllardır el emeği ve alın teri ile; “aza tamah etmeden çoğun bulunamayacağına” olan inancımıza rağmen, bizler ihtiyacımız olmadığı halde, evlerimize bir dolu gereksiz eşyayı doldurabilelim diye kurulmuş şehirlerde, yüksek yüksek binalarda, yüksek yüksek mevkiilerde, yüksek yüksek gelirler kazanma gailesine düştüğümüz için başımızı bir türlü işten kaldıramadığımızdan, anca gerçek heves ve isteklerimizin peşine düşmeye ve daha sade ama bir o kadar da kendimize ait bir meşgale ile hayatımızı sürdürmeye karara verdiğimizde, yılların sabun ustası, geleneksel el yapımı sabununu ve bu mesleği ayakta tutmaya çalışan bir ustanın atölyesinde soluğu aldık.
Yıllardır çalışıp didinip elde ettiğimiz tüm eğitim ve iş deneyimini bir yana bırakıp; hevesli ve heyecanlı ama iş yapmaya susamış ergenler gibi, seneler sonra bu defa, gerçek bir ustanın atölyesinde “çıraklık” etmeye başladık. Aylar süren bu çabalar sonunda; resmi bir “meslek edindirme kursunda da”, becerilerimizi tasdik ettirip, diplomamızı aldıktan sonra, yeni mesleğimizi uzun ve yorucu çabalar sonucu bileğimize taktık.
Herşeyin sanalının; yapayının, sentetiğinin, “gibiymiş gibisinin” dayatıldığı bu yapay dünyada, sabunu sabun gibi, beşbin yıldır nasıl doğal malzemeler kullanılarak ürettiyse -emeği ve çabası ile o öykündüğümüz, özendiğimiz “kırsaldaki” doğal insanoğlu-; biz de bizim gibi düşünen, ortak hayalleri olan, modern insan ile, el emeği, göz nuru ve içine alın terimizi ve sevgimizi kattığımız bu doğal sabunları sonunda sizlere sunabilme bahtiyarlığına ulaştık.
Sağlıklı ve doğal zeytinyağı, su ve baz ile hiçbir katkı maddesi kullanmadan üretmesi bizden, gönül rahatlığı ile, sağlık ile kullanması sizden olsun efendim. Hikayemizi ve derdimizi anlatırken bir sürçh-i lisan ettiysek affola...
Ceren - Anıl