Üretimde hiçbir zaman çareler tükenmez; şayet ürettiğiniz sabun, kötü kokuyor ve renk olarak da size yeterince akça pakça görünmüyorsa, hemen altından “kara suyunu” alırsınız, üzerine tekrardan taze su ekleyip, sabununuzu güzelce bir yıkarsınız, sabundan çok bir çorbayı andıran bu malzemeye, basit ve son derece doğal bir kimyasal madde ekleyip, anında tekrardan sabuna çevirir, sabununuzun durumuna göre bu süreci tekrarlayabilirsiniz.
Şimdiye kadar sabunun tarihçesinden, üretim ve kullanım şekillerinden, kısacası genel olarak sabunun ne olduğundan bahsettik. Dilerseniz bu sefer daha ilginç bir konuya değinelim ve sabun hakkında bilinen yalnışlar, şehir efsaneleri ve uygulanan küçük hilelerden bahsedelim.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi; esas olarak sabun, aklınıza gelebilecek, her türlü “bitkisel ve hayvani” yağdan elde edilebilir. Evet yanlış duymadınız; hayvansal yağlardan, hatta ve hatta “doğal” yağların kullanılıp, geridönüşüme tabi tutulması icap eden yanık ve atık yağlardan dahi sabun üretilebilir.
Haddizatında; Ege köylerinde ev hanımları, biriktirdikleri artık yağlarını, bir araya gelip topluca ve sıra ile kara kazanlarda kaynatarak, yıllık sabun gereksinimlerini karşılayacak üretimi, kendi bağlarında bahçelerinde, güle oynaya, türkü söyleyerek yaparlar.
Sonuç; içinde ne kızartıldıysa onun kokusunu almış yağdan üretilen, balık kokukulu, patates kokulu sabunlar. Diyebilirsiniz ki, “e madem köylerde bu şekilde üetiliyor, demek ki bir sakıncası yok, neden atık yağdan sabun üretmeyelim ki ?” Burada şöyle bir sıkıntı ortaya çıkıyor; her ne kadar zeytinyağı, yanma derecesi en yüksek yağ olma özelliğini taşısa da, bu yağlar kızartma yağı olarak tek bir sefer kullanılmadıkları gibi, sabun yapılırken de aynı zamanda yine yüksek ısıya maruz bırakılmakta ve halihazırda “kanserojen madde” satatüsüne geçmiş olan yağ, bir de üstüne ısı ve kostik uygulanarak, iyice sınırlarını zorlar bir hale getirilmektedir. Unutmayın ki bizler bu sabunları, doğrudan kendimizin ve çocuğumuzun cildine tatbik ediyoruz.
Sırf ekonomik açıdan uygun olsun diye; gerek hijyen ve sağlık açısından zararlı, gerekse nahoş kokusu ve görünümü ile itici olan bu tip sabunları kullanmak, ne kadar doğru olur, varın siz düşünün. Aklınıza geldiğinden emin olduğum için; hemen o can alıcı soruyor ve akabinde cevaplıyorum. Peki bu sabunların kötü kokmaması, yahut düzgün görünmesi için bir önlem alınabilir mi?
Üretimde hiçbir zaman çareler tükenmez; şayet ürettiğiniz sabun, kötü kokuyor ve renk olarak da size yeterince akça pakça görünmüyorsa, hemen altından “kara suyunu” alırsınız, üzerine tekrardan taze su ekleyip, sabununuzu güzelce bir yıkarsınız, sabundan çok bir çorbayı andıran bu malzemeye, basit ve son derece doğal bir kimyasal madde ekleyip, anında tekrardan sabuna çevirir, sabununuzun durumuna göre bu süreci tekrarlayabilirsiniz.
Kara suyu alınıp yıkanmış sabun; bu işlem her gerçekleştirildiğinde, kötü kokusundan arındığı gibi, rengi de beyazlayacaktır ama unutulmaması gereken çok da önemli bir husus vardır, doğala yaptığınız her müdahalenin bir de sonucu vardır.
O sonuç, sabununuzun çok çabuk donması ve hatta donduğunda da aşırı sert ve kırılgan olmasıdır. Ama daha önce de söylediğim gibi; üretimde hiçbir zaman çareler tükenmez.
Bu bahsettiğimiz işlemlerin sabun üreticileri tarafından kullanılıp kullanılmadığında emin olamayız, fakat burada anlaşılması gereken başka bir husus da şudur ki, bu tip uygulamalar 'hile' olarak algılanmamalıdır. Aksine, her alım gücüne hitap edecek ürünün piyasada bulunması gerekliliği söz konusu olduğu ve bu yöntem de bir arındırma işlemi olduğu için aslında bir yerden sonra zorunluluk arz eden bir uygulamadır.
Gelelim geleneksek zeytinyağı sabununun durumuna. Zeytinyağının doğası ve yapısı gereği, içinde bulundurduğu yağ asitlerinden kaynaklı olarak, zeytinyağı sabunu yüzey gerilimi en yüksek sabundur, bu da onu hem çok sert, hem de kullanım esnasında köpük oluşturma konusunda yetersiz kılar. Tüketici algısı ve deneyimini de hesaba kattığımız vakit, bol bol köpüren sabunların cildi en iyi şekilde temizlediği beklentisi neredeyse her tüketici için geçerli olduğundan, sabunu yumuşatmak ve daha çok köpürmesini sağlamak adeta bir zorunluluk arz etmektedir.
Tamamı zeytinyağından üretilmiş bir kalıp sabunun bitmiş halinde; zeytinyağı muhteviyatı maksimum %72'dir, bunun geri kalanı, su, bir miktar kostik ve eser miktarda parfümdür (%1-3 oranında). Sabunu yumuşatmak için kullanılan diğer yağlar ise, çeşitlilik arz eder ve paketin içindekiler bölümünü okuduğunuz vakit, açıkça görebilirsiniz. Bu bilgiler sır değildir ve yönetmelik gereği ambalaj üstünde belirtilemeleri zorunlu olan gerçek bilgilerdir. Yalnıca kullanılan diğer yağların, zeytinyağına oranı etiket ve ambalaj üstünde bulunmaz, Bu gibi bilgiler endüstriyel sır kapsamına girdiği için, saklı tutmaları en gayet doğaldır.
Yağlar ve yağların kullanımı ile ilgili şimdilik bu kadar bigiyle yetinip, bir de yazımızın girişinde bahsettiğimiz sabun hakkındaki şehir efsanelerine biraz değinelim.
Bunu sabunun tarihçesinden bahsederek anlatmaya başlarsak; bazı iddiaların neden şehir efsanesi olarak görülmesi gerektiğini, çok açık ve net bir şekilde, ister istemez idrak etmiş oluruz. Sabunun temel üç hammedesi vardır; bunlar yoğunluklarına göre sıralamak gerekirse yağ, su ve kostiktir. Daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz gibi; aslında sabun dediğimiz şey, ortaokul 3 kimya bilgisi ile anlaşılabilecek şekilde, izah etmek gerekirse, asit (burada yağ asitleri) ve bazın (günümüzde sodyum hidroksit kullanılır) bir araya gelmesi ile ortaya çıkan tuzdur. Baz ve asit tepkimeye girdiğinde ortaya çıkan tuz bizim sabunumuzdur. İşlemde kullanılan su sabunun içinde hapsolur.
19. yüzyılın sonlarına kadar kostik yerine, doğada taş gibi katı halde bulunan, bizlerin su ve limonla karıştırarak hazmı kolaylaştırsın diye içtiğimiz “sodyum bikarbonat”ın kuru bir şekilde kavrulmak suretiyle, içindeki bir karbonu buharlaştırılarak elde edilen “soydum karbonatla üretilmekteydi.
Sodyum bikarbonatın ph değeri 8-9, sodyum karbonatın ise 11-12'ler seviyesindedir; tuzlu suyun elektrolize edilmesi üretilmeye başlanan ve günümüzde sabun yapımında kullanılan sodyum hidroksitin ph derecesi ise 13,5'tir. Tüm bu karmaşık detaylardan neden bahsetme gereği duyduk? Çünkü sabunlaşmanın daha yoğun, çabuk ve etkin bir şekilde gerçekleşebilmesi için, ph değerinin yüksek olması icap eder. Yüzyıllar boyunca sodyum karbonatla sabun üretimi yapan atölyeler ve fabrikalar, sodyum hidroksitin ütetilmesi ve yaygınlaşması ile, sabun üretiminde bu bazı (kostik) tercih etmeye başladı.
Bilinen odun küllerinin sahip olduğu en yüksek ph değeri meşe külünde bulunmaktadır, ki bu da 14 ph seviyelerindedir ve aslında başka bir "kostik olan" potasyum hidroksitin, rastgele olmuş halidir. Potasyum Hidroksit yapısı gereği daha fazla alkali değerine sahip olsa da, katı sabun yapımına uygun değildir, ve kullanımında ancak sıvı sabun üretilebilir. Daha da riskli yanı ise, labaratuar ortamında kontrollü bir şekilde üretilmediği için, küldeki Patasyum Hidroksit son derece kararsızdır ve asitle tepkimesi ile ortaya çıkacak sonuç kestirilemez ve insan sağlığını tehdit edebilir; bu da yukarıda verdiğimiz bilgiler ışığında, Sodyum Hidroksit olan kostik (baz) kullanmadan katı sabun üretmenin kimyasal ve matematiksel olarak imkansız olduğunu gösterir. Şayet külden sabun üretimi gerçekleşebiliyor bile olsa; bu üretim için kullanmanız gereken külü elde etmek için ne kadar çok ağaç kesip yakmamız gerektiği düşünülecek olursa, bu çabanın ne ekonomik, ne de ekolojik olduğu görülecektir.
Siz siz olun, her zaman kimya ile, matematik ile; bilimle kalın, mantığınızın ve sayduyunuzun sesini dinleyin, mümkün olduğunca, erişebileceğiniz en doğal ve -daha iyisi- sürdürülebilir yöntemler kullanılarak üretilmiş, sağlıklı ürünler tüketmeye bakın.